Sayfalar

10 Ağustos 2020 Pazartesi

Ayasofya Camii’nin Mimarî Üslûbu

Ayasofya Camii
Ayasofya Camii, mimari bakımdan, bazilika planı ile merkezî planı birleştiren, kubbeli bazilika tipinde bir eserdir.
Kubbe geçişi ve taşıyıcı sistem hususiyetleriyle mimarlık tarihinde mühim bir dönüm noktası olarak ele alınır.
Ayasofya, her şeyden evvel boyutu ve mimari tarzıyla ehemmiyet arz eder.
İnşâ edildiği devrin dünyasında hiçbir bazilika planlı bina Ayasofya'nın kubbesinin boyutundaki bir kubbe ile örtülebilmiş ve böylesine büyük bir hahilî mekâna sahip değildi.
Ayasofya’nın kubbesi Roma’daki Panteon'un kubbesinden küçük olmakla beraber Ayasofya’da uygulanan yarım kubbe, kemer ve tonozlardan oluşan karmaşık ve sofistike sistem, kubbenin çok daha geniş bir mekânı örtebilmesini sağlayarak kubbeyi daha etkileyici kılmaktadır.
Taşıyıcı olarak beden duvarlarına oturtulmuş evvelki eserlerin kubbeleriyle kıyaslandığında, sadece dört payeye oturtulmuş bu derece büyük bir kubbe mimarlık tarihinde gerek teknik, gerekse estetik cihetten bir devrim sayılmaktadır.
Ayasofya Camii'nin İçinin İkinci Katından Görünümü
Orta nefin yarısını örten ana (merkezî) kubbe, doğu ve batısına eklenen yarım kubbelerle çok geniş bir dikdörtgen biçimli iç mekân oluşturacak şekilde öylesine genişletilmiştir ki, zeminden bakıldığında, gökyüzüne asılı gibi duran, tüm iç mekâna hakim bir kubbe olarak hissedilir.
Ayasofya Camii'nin Kubbesi'nin Minareden Görünümü
Doğu ve batı açıklıklarını kapatan yarım kubbelerden de daha küçük yarım kubbeli eksedralara geçiş yapılarak sistem tamamlanmıştır.
Küçük kubbelerden başlayarak ana kubbe tacıyla tamamlanan bu kubbeler hiyerarşisi antik zamanlarda örneği görülmemiş bir mimari sistemdir.
Eserin bazilika planı dâhice tümüyle “gizlenmiş” durumdadır.

İnşa esnasında duvarlarda tuğladan ziyade harç kullanılmış ve kubbe bina üzerine kondurulduğunda kubbenin ağırlığı alt kısmı nemli kalmış harçla oluşturulan duvarların dışa doğru bükülmesine yol açmıştı.
558 depremi sonrasında yapılan ana kubbenin yeniden inşası esnasında genç İsidorus kubbeyi taşıyabilmeleri için önce duvarları yeniden dikleştirmiştir.
Bütün bu hassas çalışmalara rağmen kubbenin ağırlığı yüzyıllarca bir problem olmaya devam etti, kubbenin ağırlık baskısı binayı bir çiçeğin açılması gibi dört yanından dışa doğru açılmaya zorluyordu.
Bu problem de binaya dışarıdan istinat unsurlarının eklenmesiyle çözüldü.

Osmanlı devrinde mimarlar bir binada kayma olup olmadığını anlamak için ya inşası ensasında elle döndürülebilecek küçük bir dikey sütun ilave ederlerdi ya da duvardaki 20-30 santimetrelik iki sabit nokta arasına cam yerleştirirlerdi.
Sütun artık döndürülemediğinde veya mevzubahis cam çatladığında binada kaymanın belli bir dereceye geldiği anlaşılmış olurdu.
Ayasofya’nın üst kat duvarlarında ikinci üsûlün emareleri hâlen görülebilir.
Döndürülen sütun ise Topkapı Sarayı’nın harem bölümünde mevcuttur.
Ayasofya Camii'nin İçi
İç yüzeyler tuğla üzerine çokrenkli mermer, kırmızı ya da mor porfirler ve inşasında altın kullanılmış mozaiklerle kaplıdır.
Bu, geniş payelerin daha ışıklı ve kamufle olmasını da sağlayan bir tarzdır.
19.yüzyılda restorasyon çalışmaları esnasında bina dıştan Fossati tarafından sarı ve kırmızı renklere boyanmıştır.
Ayasofya, Bizans mimarisinin başeseri olmakla beraber pagan, Ortodoks, Katolik, İslam tesirlerinin sentez olduğu bir eserdir.
1884 tarihli dünyanın en yüksek binaları diyagramı. (Ayasofya Camii 55.sıradadır.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder