Hacı Veyiszade Mustafa KURUCU
Toplumuzun tuzu mesabesinde olan âlimlerimizden, Konya’mızın yüz akı hocalarımızdan birini tanımaya çalışacağız. İnsanların gafletten kurtulmasına sebep olan bir örnek şahsiyettir Hacı Veyiszade Mustafa Efendi.
Bu gibi mürşitlere insanlığın, suya olan ihtiyacı gibi her dönemde ihtiyacı vardır.
Bu büyük insan, ilim ve irfanı toplayıp yaşayarak, gönüllere taht kurmuştur.Talebelerinden öğrendiğimiz kadarıyla, sabah namazı camiye gider, namazdan sonra aşr-ı şerif ve İmam-ı Azam Efendimizin tesbihatını yapar, işrak namazına kadar sohbet ve irşat ile gönülleri coşturur, işrak namazını kılarak evine dönerdi.
Eğer okullar açıksa dersine hazırlanırdı.
Ders konusunda çok titizdi, hiç aksatmazdı.
İmam Hatip Lisesinde tefsir, hadis, kelam, Arapça ve fıkıh derslerine giriyordu.
Derste hiçbir öğrencisini esnetmez, uyuklatmazdı.
“Huysuzlar, yan kayışları kırdınız gene, çabuk toparlanınız” dermiş.
Onu tanıyan öğrencileri, “iki ders arasında boş dersi varsa hemen abdest tazeler ve nafile namaz kılardı” diyerek O’nun yaşantısındaki takvaya dikkat çekmektedirler. İlim talipleri ile farklı ilgilenir, nesi var nesi yoksa hepsini onlara verirdi. Öğleye kadar İmam Hatip Lisesinde derslerle meşgul olur, öğle namazına Aziziye Camiine gelir, namazı müteakiben akla gelecek tüm sosyal ve hayır işlerine koşardı. Herkesle ilgilenir, herkese dua eder, herkese selam verirdi. Hacı Veyiszade Mustafa Efendinin selamı meşhurdur. Çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç, ölü diri herkese selam verirdi. Çocuklar Hacı Veyiszade Mustafa Efendi selam vermeden sıraya geçer, önce selam verme işini çocuklar yapar, O da onların başını okşar, elindeki çerez torbasından sarı leblebi ikram ede ede giderdi. Hayatında İslam’ı yaşama adına ne varsa bulabileceğimiz biri. Hani teheccüd namazı var ya, semtine uğramadığımız o namaz var ya, o namazı çocukluğundan beri hiç kaçırmamış. Babası Hacı Veyis Efendi ne zaman teheccüde kaldırmak için odasına girdi ise, onu uyanık bulmuş ve hanımına: “Hatun! Mustafa bizi geçti maşallah” dermiş.
“Allah sa’yinizi meşkûr, zenbinizi mağfur, hizmetinizi makbul eylesin.” Güzel yüzü çiçekleri hiç solmayan bir tebessüm bahçesiydi.
Öncelikle babasının da âlim biri olduğunu bilmemiz gerekir. Konya’da ilmiyle âmil şahsiyetlerden birisidir. Çok insan yetiştirmiştir. Bunlardan birisi de oğlu Hacı Veyiszade Mustafa Efendidir. Hacı Veyiszade Mustafa Efendi tahsilini medresede ikmal ettikten sonra, Islah-ı Medaris-i İslamiyye adlı Medresede müderrisliğe başlamıştır. Ama Medreselerin kapatılmasıyla memleketimizde ki sıkıntılı günlerin başlaması, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi’yi yıldırmamış, evinde olsun, işyerlerinde olsun, ilme talip olanlara varını yoğunu vermeye çalışmıştır. Yasak olmasına rağmen, hiç yılmamış, çalışmalarına devam etmiştir. 1946 yıllarındaki Demokrat Parti rüzgarıyla rahat bir nefes almış, bu partiye umutla bakmış, yeni medrese diye baktığı İmam Hatip Liselerini açma heyecanıyla çalışmalarına başlamıştır. 1949 yılında hicaza gider, orada yeğeni Ali Ulvi Kurucu’yla karşılaşır. Ali Ulvi Kurucu amcasına memlekette olan biteni sorar, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi de bir umut belirdiğini, İmam Hatip Liselerinin açılacağını söyler. Ali Ulvi Kurucu ise “ilerisi olmayan bir okula kim evladını gönderir ki” der. Bunun üzerine Hacı Veyiszade Mustafa Efendi:
“Haklısın evladım ama Allah, İslam’ın bütün dinlere olan hâkimiyetini göstermiyecek mi, bunu vaat etmiyor mu? Allah’tan daha doğru sözlü kim var ki?” deyince, Ali Ulvi Kurucu “amcacığım memleketimizden haberimiz pek olmuyor, her şey battı, bitti biliyoruz. Bundan dolayı hayret etmiş bulunmaktayım” deyince, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ağlayarak, “batmadı da, bitmedi de elhamdülillah. O devirler bir kefaret dönemleriydi, borcumuz vardı ödedik. Ödeyebildiğimiz kadarıyla ödedik. Kapı az aralanır gibi oldu, bir ışık gözüküyor. Bir damla ışık, bir sürü yeri ışıtır değil mi? Işıyacak, ışıyacak…” diyerek ümidini ortaya koymuştu. Daha sonra yeğeni Ali Ulvi Kurucu koluna girmesiyle Harem-i Şerife girer ağlayarak “Ya selam, ya selam” der ve dizlerinin üzerine çökerek:
Sana Hamd, Sana şükür, Sana selam Allahım !
Habibine olsun salatü selam Allahım !
Halimiz Sana arz edem, Sana ya selam Allahım!
Bize İhsan eyle artık sen selam Allahım!
Şeklinde ki ilticasına devam ederken çok güzel bir yağmur inmeye başlar.
1950’de iktidar değişince halk rahat bir nefes alır. Halk akın akın Hacı Veyiszade Mustafa Efendinin yanına varır. Ve sorarlar:
“Yıllarca dilsiz şeytanlık yaptık Hocam! Bu günahın altından nasıl kalkarız biz?”
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi cevap verir:
“Sadece namaz ve orucun kazası değil, geçmiş yılların da kazası olur. Kaza edeceğiz geçmiş yıllarımızı. Ama nasıl? Daha çok çalışarak, hizmet ederek, binlerce insanımız yetiştirecek İmam Hatip Mekteplerimizi açarak, kasanızı kesenizi açarak, bu geçmiş yıllarımızın kazasını yapacağız” der.
1951 yılında çıkan kanunla İmam Hatip Liselerinin açılmasına izin çıkmıştı. Hacı Veyiszade Mustafa Efendi İmam Hatip Lisesi inşaatında öyle çalışıyordu ki, Konyalılara müthiş bir örneklik sergiliyordu. Yeri geliyor amele gibi, yeri geliyor bir usta gibiydi. Böyle inşaatta çalışırken Hacı Veyiszade Mustafa Efendiye: “Hocam, okulda bir derse de siz girseniz” diye teklifte bulunan idarecilere şu cevabı veriyor: “Evladım, ben bugünler için geldim bu dünyaya, bir değil beş ders okutacağım inşallah. Ama bir müddet bana müsaade edin, yeni binamızı tamamlayalım, ondan sonra başlarız derslerimize. Şimdi derslere başlayacak olursak, sağa sola koşuşturduğumuz için, köy ve kasabaya gidip öğrenci ve yardım topladığımız için, dersleri aksatabiliriz. Herkesin bir tuğlası olsun istiyorum, herkes nasib alsın bu haseneden, hiçbir kimse mahrum kalmasın istiyorum” der.
Öylesine bir bereketle okul tamama ermiş ve öğrenciler gelmişti ki, iki bin altı yüz civarında öğrenci kayıt olmuş, yer kıtlığı sebebiyle sekiz yüz talebe ise kayıt olamamış ağlayarak evlerine gitmişti. Halk, denize akan nehirler gibi özüne akıyordu. İmam Hatip Lisesi Konya’da en çok talebesi olan okul haline gelmişti.
Öğrencileriyle ayrı ayrı ilgilenir, derdiyle dertlenirdi. Bir gün sınıfa girince sınıfı kontrol eder ve “evladım Çetin hele sen gel” der ve Çetin’in kolundan tutarak dışarı çıkartır. Çetin’in eline biraz para koyarak “doğru hamama git, yıkan da gel” der. Çetin gider, yıkanarak gelir, arkadaşları nereye gittiğini sorar, O da: “ihtilam olmuştum, abdest almadan gelmiştim, Hoca bildi ve beni hamama yolladı” der. Tüm talebeler şaşırır kalır. Talebeleri için etrafına şöyle derdi:
“Bu çocuklar meleklerin kanatlarıyla korunuyorlar. Bu memleketi onlar ileriye götürecekler. Bu milletin sönen, söndürülen kandillerini onlar uyandıracak.” Bazen kendisini şikâyet eden okul müdürü ve bazı art niyetli kişilere karşı bile hep sevecen olurdu. Bu hususta da şöyle derdi:
“Bunlar beni talebe yetiştirmekten uzaklaştırmak istiyorlar, ama ben adam yetiştirme bahçıvanıyım. Bir talebenin yetişmesi için bin münafığın kahrını çekerim. Bu uğurda yoluma çıkan engellerin kahrını çekerim, hem de seve seve. Bir bahçıvan bir gülü yetiştirirken elleri kan revan olur. Bizler de Gül-i Muhammedîler için bu kahrı çekeceğiz, çare yok bu bahçeye biz bakacağız” derdi.
Konyalılar “büyük Hoca büyük camiye yakışır” diye, İplikçi Câmiinde vazifeli iken, Kapu Câmiine isterler. Ama bir müddet sonra “bu hoca namazda yürüyor, namazımız ifsat oluyor” diye Aziziye Camiine yollarlar. Bunu soranlara Hacı Veyiszade Mustafa Efendi: “Benim üç yerde aklım gider: Namazda, misafirim geldiğinde, Efendimizin ismi anıldığında. Biz Sahib-i Saadet Meab’dan fetvasını aldık, hiçbir şey lazım gelmez” buyururlar.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi’nin en çok söylediği sözlerden birisi de “kızmayacan, kızdırmayacan, kırmayacan, kırılmayacan”. Öğrencileri zaman zaman kızdırmak isterdi, o da size beddua edeceğim elinizi açın der ve: “Allahım bunları muallim eyle, Allahım bunları muallim eyle!” diye dua ederdi.
Kızardı ama devirip dökmez, taşmazdı. Kişilere göre davranış sergilemezdi. Tavrı çok net idi. Her şeyiyle sade vatandaşın karşısında ne ise, en üst kademedeki insanlar karşısında da aynıydı. İnsan seçmezdi. İmam Hatip Lisesinin yanında çingene çocukları izmarit içerdi. Hocaefendiyi gören bu çingene çocukları izmaritleri atar esas duruşa geçerdi. Hacı Veyiszade Mustafa Efendi de onların yanına gelir, selam verir, başlarını okşar, en az bir simit alacak para vererek sevindirirdi. O’nun gönül karartıcı bir cümlesi yoktu. Hayatı baştan sona zarafetle süslü bir insandı. Hizmet adamı idi. Gönül insanı idi. Kışın çat ayazında gece yarısı kapısını çalan bir çingenenin “Hocam katırım hastalandı, bir okuyuver” teklifine karşı hemen hazırlanır, katırı okumaya giderdi.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, Ladikli Ahmed Ağa ile aynı zaman diliminde yaşamıştır. Kendilerine Hacı Veyiszade’yi sorduklarında: “Oğlum O, zirvesine tırmanılamayan bir dağdır” demiş olup, kendilerine ziyaret eden İmam Hatip Lisesi Öğrencilerine o devir Türkiye’de olmayan envai çeşit meyveleri ikram edince, pek şaşıran öğrencilere:
“Bunları Hızır aleyhisselam getirdi, bana gelmeden önce de sizin hocanız Hacı Veyiszade’ye uğrar” diyerek, Veyiszade’nin maneviyatının ne kadar ileride olduğunu anlatmıştır.
Hocaefendi yasaklı günlerde bile Kur’an talimini aksatmamış, kendini takibe, tahkike, tevkife gelen polislere bile Kur’an öğretmeye çalışırdı. Kur’an okumanın ve okutmanın suç olduğu, hatta âlimlerin darağacında asıldığı devirlerde bu fiilden dolayı Hocaefendiyi emniyete alırlar. Önce Hocaefendiye şiddetli bir tokat atan müdür biraz insafa gelerek altına bir tabure vermişti. Masasına oturan müdürün yanına taburesini yanaştırarak “Bak evladım! İşlediğim suçu bir de senin yanında işleyim bakalım ne diyeceksin? Sen Kur’an okumayı bilir misin?” Müdür de “bilmem” deyince Hacı Veyiszade Mustafa Efendi “ben sana öğreteyim” der ve cebinden mushafı çıkarınca müdür “hadi sen işine bak, anlaşılan bu işten ölsen de vazgeçmen” der.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendinin tebliğinde şeytanı taşlama pek yoktu. Yumuşak üslupla konuşurdu. Ama zaman zaman da “Kör gavur, sağır gavur” diye bazılarına kızardı. Genelde yumuşak olan üslubu bazen kırmadan sertleşirdi. Okulda sınav yaparken, yazılı kâğıtlarını dağıtır, soruları sorar, kendisi de seccadeyi serer namaza dururdu. Namazdan sonra ise kopya çekenleri bir bir sayar ve azarlardı. İsterse kitabı yazsınlar ama bildikleri kadar not alırdı. Yani kopya çekmenin bir mânâsı yoktu.
Sonuç olarak, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi:
1) Islah-ı Medaris-i İslamiyye adlı üniversite ile çalışmalarıyla, yeni bir İslamî Hareketin Öncüsü,
2) Vefatına kadar, dînî ve müspet ilimlerin birlikte öğrenebileceği ilim ve irfan abidelerinin kurulabilmesi için çaba gösteren; bu uğurda Allah’tan aldığı güçle, manevî otoritesini kullanan, toplumu hayır ve hasenatta yarışa sevk eden bir organizatör,
3) Binlerce talebe yetiştirmesi ve bu talebelerinin yüzlercesinin de yine binlerce talebe yetiştirmesi münasebetiyle Hocaların Hocası,
4) Az okuyandan çok okuyana kadar, kendi döneminde, kendisi ile temas kuran ve kurmayan cemaate irşat görevi yapmasıyla Mürşid,
5) İlmini kendisinden faydalanmak isteyen herkese ulaştırmasıyla, ilmi ile amil bir âlim,
6) Kendisine başvuran herkese biiznillah şifaya vesile olan manevi bir Hekim,
7) Ölüye diriye selam vermesiyle sevgi ve barışın önderi,
Özellikle hassas bir zamanda imam hatip okulu binasının yapımından, açılmasına, öğrencisinden öğretmen teminine kadar, büyük bir organizeyi, cesaret ve ferasetle Allah’ın inayetiyle, büyük bir gayretle gerçekleştirmiştir.
Bütün bu yönleriyle o, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemi bize hal ve hareketiyle, sohbet ve dersleriyle en güzel bir şekilde anlatan, gerek Konya’mız ve Konyalımız için ve gerekse insanlık için pek faydalı ve ÖNDER bir zat idi.
Hacı Veyiszade
İyiliğe sevinir, kötülüklere karşı irkilerek kaşını çatar, üzülür ama gıybetini ettirmez idi. Şikâyeti sevmezdi. Sık sık şöyle dua ederdi:“Allah sa’yinizi meşkûr, zenbinizi mağfur, hizmetinizi makbul eylesin.” Güzel yüzü çiçekleri hiç solmayan bir tebessüm bahçesiydi.
Öncelikle babasının da âlim biri olduğunu bilmemiz gerekir. Konya’da ilmiyle âmil şahsiyetlerden birisidir. Çok insan yetiştirmiştir. Bunlardan birisi de oğlu Hacı Veyiszade Mustafa Efendidir. Hacı Veyiszade Mustafa Efendi tahsilini medresede ikmal ettikten sonra, Islah-ı Medaris-i İslamiyye adlı Medresede müderrisliğe başlamıştır. Ama Medreselerin kapatılmasıyla memleketimizde ki sıkıntılı günlerin başlaması, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi’yi yıldırmamış, evinde olsun, işyerlerinde olsun, ilme talip olanlara varını yoğunu vermeye çalışmıştır. Yasak olmasına rağmen, hiç yılmamış, çalışmalarına devam etmiştir. 1946 yıllarındaki Demokrat Parti rüzgarıyla rahat bir nefes almış, bu partiye umutla bakmış, yeni medrese diye baktığı İmam Hatip Liselerini açma heyecanıyla çalışmalarına başlamıştır. 1949 yılında hicaza gider, orada yeğeni Ali Ulvi Kurucu’yla karşılaşır. Ali Ulvi Kurucu amcasına memlekette olan biteni sorar, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi de bir umut belirdiğini, İmam Hatip Liselerinin açılacağını söyler. Ali Ulvi Kurucu ise “ilerisi olmayan bir okula kim evladını gönderir ki” der. Bunun üzerine Hacı Veyiszade Mustafa Efendi:
“Haklısın evladım ama Allah, İslam’ın bütün dinlere olan hâkimiyetini göstermiyecek mi, bunu vaat etmiyor mu? Allah’tan daha doğru sözlü kim var ki?” deyince, Ali Ulvi Kurucu “amcacığım memleketimizden haberimiz pek olmuyor, her şey battı, bitti biliyoruz. Bundan dolayı hayret etmiş bulunmaktayım” deyince, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi ağlayarak, “batmadı da, bitmedi de elhamdülillah. O devirler bir kefaret dönemleriydi, borcumuz vardı ödedik. Ödeyebildiğimiz kadarıyla ödedik. Kapı az aralanır gibi oldu, bir ışık gözüküyor. Bir damla ışık, bir sürü yeri ışıtır değil mi? Işıyacak, ışıyacak…” diyerek ümidini ortaya koymuştu. Daha sonra yeğeni Ali Ulvi Kurucu koluna girmesiyle Harem-i Şerife girer ağlayarak “Ya selam, ya selam” der ve dizlerinin üzerine çökerek:
Sana Hamd, Sana şükür, Sana selam Allahım !
Habibine olsun salatü selam Allahım !
Halimiz Sana arz edem, Sana ya selam Allahım!
Bize İhsan eyle artık sen selam Allahım!
Şeklinde ki ilticasına devam ederken çok güzel bir yağmur inmeye başlar.
1950’de iktidar değişince halk rahat bir nefes alır. Halk akın akın Hacı Veyiszade Mustafa Efendinin yanına varır. Ve sorarlar:
“Yıllarca dilsiz şeytanlık yaptık Hocam! Bu günahın altından nasıl kalkarız biz?”
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi cevap verir:
“Sadece namaz ve orucun kazası değil, geçmiş yılların da kazası olur. Kaza edeceğiz geçmiş yıllarımızı. Ama nasıl? Daha çok çalışarak, hizmet ederek, binlerce insanımız yetiştirecek İmam Hatip Mekteplerimizi açarak, kasanızı kesenizi açarak, bu geçmiş yıllarımızın kazasını yapacağız” der.
1951 yılında çıkan kanunla İmam Hatip Liselerinin açılmasına izin çıkmıştı. Hacı Veyiszade Mustafa Efendi İmam Hatip Lisesi inşaatında öyle çalışıyordu ki, Konyalılara müthiş bir örneklik sergiliyordu. Yeri geliyor amele gibi, yeri geliyor bir usta gibiydi. Böyle inşaatta çalışırken Hacı Veyiszade Mustafa Efendiye: “Hocam, okulda bir derse de siz girseniz” diye teklifte bulunan idarecilere şu cevabı veriyor: “Evladım, ben bugünler için geldim bu dünyaya, bir değil beş ders okutacağım inşallah. Ama bir müddet bana müsaade edin, yeni binamızı tamamlayalım, ondan sonra başlarız derslerimize. Şimdi derslere başlayacak olursak, sağa sola koşuşturduğumuz için, köy ve kasabaya gidip öğrenci ve yardım topladığımız için, dersleri aksatabiliriz. Herkesin bir tuğlası olsun istiyorum, herkes nasib alsın bu haseneden, hiçbir kimse mahrum kalmasın istiyorum” der.
Öylesine bir bereketle okul tamama ermiş ve öğrenciler gelmişti ki, iki bin altı yüz civarında öğrenci kayıt olmuş, yer kıtlığı sebebiyle sekiz yüz talebe ise kayıt olamamış ağlayarak evlerine gitmişti. Halk, denize akan nehirler gibi özüne akıyordu. İmam Hatip Lisesi Konya’da en çok talebesi olan okul haline gelmişti.
Öğrencileriyle ayrı ayrı ilgilenir, derdiyle dertlenirdi. Bir gün sınıfa girince sınıfı kontrol eder ve “evladım Çetin hele sen gel” der ve Çetin’in kolundan tutarak dışarı çıkartır. Çetin’in eline biraz para koyarak “doğru hamama git, yıkan da gel” der. Çetin gider, yıkanarak gelir, arkadaşları nereye gittiğini sorar, O da: “ihtilam olmuştum, abdest almadan gelmiştim, Hoca bildi ve beni hamama yolladı” der. Tüm talebeler şaşırır kalır. Talebeleri için etrafına şöyle derdi:
“Bu çocuklar meleklerin kanatlarıyla korunuyorlar. Bu memleketi onlar ileriye götürecekler. Bu milletin sönen, söndürülen kandillerini onlar uyandıracak.” Bazen kendisini şikâyet eden okul müdürü ve bazı art niyetli kişilere karşı bile hep sevecen olurdu. Bu hususta da şöyle derdi:
“Bunlar beni talebe yetiştirmekten uzaklaştırmak istiyorlar, ama ben adam yetiştirme bahçıvanıyım. Bir talebenin yetişmesi için bin münafığın kahrını çekerim. Bu uğurda yoluma çıkan engellerin kahrını çekerim, hem de seve seve. Bir bahçıvan bir gülü yetiştirirken elleri kan revan olur. Bizler de Gül-i Muhammedîler için bu kahrı çekeceğiz, çare yok bu bahçeye biz bakacağız” derdi.
Konyalılar “büyük Hoca büyük camiye yakışır” diye, İplikçi Câmiinde vazifeli iken, Kapu Câmiine isterler. Ama bir müddet sonra “bu hoca namazda yürüyor, namazımız ifsat oluyor” diye Aziziye Camiine yollarlar. Bunu soranlara Hacı Veyiszade Mustafa Efendi: “Benim üç yerde aklım gider: Namazda, misafirim geldiğinde, Efendimizin ismi anıldığında. Biz Sahib-i Saadet Meab’dan fetvasını aldık, hiçbir şey lazım gelmez” buyururlar.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi’nin en çok söylediği sözlerden birisi de “kızmayacan, kızdırmayacan, kırmayacan, kırılmayacan”. Öğrencileri zaman zaman kızdırmak isterdi, o da size beddua edeceğim elinizi açın der ve: “Allahım bunları muallim eyle, Allahım bunları muallim eyle!” diye dua ederdi.
Kızardı ama devirip dökmez, taşmazdı. Kişilere göre davranış sergilemezdi. Tavrı çok net idi. Her şeyiyle sade vatandaşın karşısında ne ise, en üst kademedeki insanlar karşısında da aynıydı. İnsan seçmezdi. İmam Hatip Lisesinin yanında çingene çocukları izmarit içerdi. Hocaefendiyi gören bu çingene çocukları izmaritleri atar esas duruşa geçerdi. Hacı Veyiszade Mustafa Efendi de onların yanına gelir, selam verir, başlarını okşar, en az bir simit alacak para vererek sevindirirdi. O’nun gönül karartıcı bir cümlesi yoktu. Hayatı baştan sona zarafetle süslü bir insandı. Hizmet adamı idi. Gönül insanı idi. Kışın çat ayazında gece yarısı kapısını çalan bir çingenenin “Hocam katırım hastalandı, bir okuyuver” teklifine karşı hemen hazırlanır, katırı okumaya giderdi.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, Ladikli Ahmed Ağa ile aynı zaman diliminde yaşamıştır. Kendilerine Hacı Veyiszade’yi sorduklarında: “Oğlum O, zirvesine tırmanılamayan bir dağdır” demiş olup, kendilerine ziyaret eden İmam Hatip Lisesi Öğrencilerine o devir Türkiye’de olmayan envai çeşit meyveleri ikram edince, pek şaşıran öğrencilere:
“Bunları Hızır aleyhisselam getirdi, bana gelmeden önce de sizin hocanız Hacı Veyiszade’ye uğrar” diyerek, Veyiszade’nin maneviyatının ne kadar ileride olduğunu anlatmıştır.
Hocaefendi yasaklı günlerde bile Kur’an talimini aksatmamış, kendini takibe, tahkike, tevkife gelen polislere bile Kur’an öğretmeye çalışırdı. Kur’an okumanın ve okutmanın suç olduğu, hatta âlimlerin darağacında asıldığı devirlerde bu fiilden dolayı Hocaefendiyi emniyete alırlar. Önce Hocaefendiye şiddetli bir tokat atan müdür biraz insafa gelerek altına bir tabure vermişti. Masasına oturan müdürün yanına taburesini yanaştırarak “Bak evladım! İşlediğim suçu bir de senin yanında işleyim bakalım ne diyeceksin? Sen Kur’an okumayı bilir misin?” Müdür de “bilmem” deyince Hacı Veyiszade Mustafa Efendi “ben sana öğreteyim” der ve cebinden mushafı çıkarınca müdür “hadi sen işine bak, anlaşılan bu işten ölsen de vazgeçmen” der.
Hacı Veyiszade Mustafa Efendinin tebliğinde şeytanı taşlama pek yoktu. Yumuşak üslupla konuşurdu. Ama zaman zaman da “Kör gavur, sağır gavur” diye bazılarına kızardı. Genelde yumuşak olan üslubu bazen kırmadan sertleşirdi. Okulda sınav yaparken, yazılı kâğıtlarını dağıtır, soruları sorar, kendisi de seccadeyi serer namaza dururdu. Namazdan sonra ise kopya çekenleri bir bir sayar ve azarlardı. İsterse kitabı yazsınlar ama bildikleri kadar not alırdı. Yani kopya çekmenin bir mânâsı yoktu.
Sonuç olarak, Hacı Veyiszade Mustafa Efendi:
1) Islah-ı Medaris-i İslamiyye adlı üniversite ile çalışmalarıyla, yeni bir İslamî Hareketin Öncüsü,
2) Vefatına kadar, dînî ve müspet ilimlerin birlikte öğrenebileceği ilim ve irfan abidelerinin kurulabilmesi için çaba gösteren; bu uğurda Allah’tan aldığı güçle, manevî otoritesini kullanan, toplumu hayır ve hasenatta yarışa sevk eden bir organizatör,
3) Binlerce talebe yetiştirmesi ve bu talebelerinin yüzlercesinin de yine binlerce talebe yetiştirmesi münasebetiyle Hocaların Hocası,
4) Az okuyandan çok okuyana kadar, kendi döneminde, kendisi ile temas kuran ve kurmayan cemaate irşat görevi yapmasıyla Mürşid,
5) İlmini kendisinden faydalanmak isteyen herkese ulaştırmasıyla, ilmi ile amil bir âlim,
6) Kendisine başvuran herkese biiznillah şifaya vesile olan manevi bir Hekim,
7) Ölüye diriye selam vermesiyle sevgi ve barışın önderi,
Özellikle hassas bir zamanda imam hatip okulu binasının yapımından, açılmasına, öğrencisinden öğretmen teminine kadar, büyük bir organizeyi, cesaret ve ferasetle Allah’ın inayetiyle, büyük bir gayretle gerçekleştirmiştir.
Bütün bu yönleriyle o, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemi bize hal ve hareketiyle, sohbet ve dersleriyle en güzel bir şekilde anlatan, gerek Konya’mız ve Konyalımız için ve gerekse insanlık için pek faydalı ve ÖNDER bir zat idi.
Hacı Veyiszâde Hoca Efendi, gayet gayretli, ibâdete düşkün, vazifeşinas, mütevazı, mütebessim, müteşerri, mütesenni, âlim, âbid, zâhid bir zât-ı muhterem idi.
Mücâhid ruhlu, ahlâk ve fazilet örneği, kemâlât sahibi, ferâsetli, dirâyetli, müsamehakâr halleriyle öyle bir hayat sürmüşdü ki, adeta o nâmına yaşamaktan ziyâde, ümmet-i Muhammed'e hizmet için yaşayan bir kerim zât idi.
Büyük küçük ve hatta bir iki ğayrimüslim aile vardı, onlar kendilerini severler idi.
Herkesin her şeyiyle alakalanır, meşgul olur, onların sevinç ve kederlerinde daima onlarla birlikte bulunurdu.
Nişan, düğün, mevlid gibi cemiyetlerine iştirak eder, dua ve nasihatlarıyla onları irşad ve ikaz ederdi.
Yangınlarda, zelzele ve felâketlerde herkesten ziyâde alâka gösterir, fakirlerin dul ve yetimlerin, hastaların halleriyle yakından ilgilenir; dünürlük ve düğünlerde yer alır, arası bozuk olanların arasını bulmak için çırpınırdı.
İlmi, takvası, seciyesi ve karakteri ile tamamen bir varis-i peygamberî idi.
Hafızları, hocaları çok severdi.
Her mevlid cemiyetinde İmam Busirî'nin "Hüvel Habibillezî..." kasidesini bizzat okur, "Mevlâ Yâ Salli ve Sellim Dâimen Ebedâ" beytini de cemaatla birlikte söylemeyi severlerdi.
Mevlid ve hatim cemiyetlerinde, daha başka muhtelif davetlerde sık sık beraber olurduk.
Yemek esnasında dahi gayet latif latifeler yaparlar ve zarif nükteleriyle ziyafete müstesna bir ahenk katarlardı.
Derslerinde ve vaazlarında: İhvanım, evlâdım, çalışın!
Konya ilim şehri olacak!..
İlim dünyaya buradan dağılacak!..
Allah'ı unutmayın!
Dünyaya tuz ihtiyacı kadar, âhirete de yemek ihtiyacı kadar hizmet edin!
Rabbimizin emirlerini yerine getirin!.
Şu duaları okuyun, şu tesbihatı çekin, şu nafileleri kılın!
Dünya'ya Konya'ya bir daha mı geleceğiz babam?
Ömrü ve sıhhati, gençlik ve serveti ganimet bilin!
Allah için harcayın!
Ya bu deveyi güdeceğiz, ya bu deveyi güdeceğiz.
Sahtekarlar, başka nere gideceğiz? derdi.
İçlerinde meknuz bulunan cihad aşk ve sevdaları sebebiyle çokça Rasulullah ve ashabının icra ettiği savaşlardan, siyer ve İslâm tarihinden bahsederler, anlattıkları harb sahnelerini öyle heyecanla dile getirirlerdi ki, o sahneleri adeta kendisi ve biz de beraber yaşardık.
Yine vaazlarında, Allah dostları velilerden de sık sık bahseder, onların menkıbelerini canlandırırdı.
Ve orada da derdi ki:
Bana, "Evliyaullah'tan çok bahsediyorsun" diyorlar.
Onlardan bahsetmeyeceğiz de kimden bahsedeceğiz babam?
Onlar, dünyanın da âhiretin de nur ve ışıklarıdır.
Örnek, önder ve yol göstericileridir.
Onlar ahlâk ve fazilet nümunesi, Rasûlullah Efendimizin vâris ve mümessilleridir.
Rasûlullah, ashab ve velilerden bahsedilmeyen bir nasihat, abdestsiz namaz gibidir.
Dünyanın neresinde ne kadar müslüman varsa, onların her halleriyle hallenir, yakından ilgilenir, onlar için yardım talebinde bulunur, onlar için dua ederdi.
Yine vaazlarında, Allah dostları velilerden de sık sık bahseder, onların menkıbelerini canlandırırdı.
Ve orada da derdi ki:
Bana, "Evliyaullah'tan çok bahsediyorsun" diyorlar.
Onlardan bahsetmeyeceğiz de kimden bahsedeceğiz babam?
Onlar, dünyanın da âhiretin de nur ve ışıklarıdır.
Örnek, önder ve yol göstericileridir.
Onlar ahlâk ve fazilet nümunesi, Rasûlullah Efendimizin vâris ve mümessilleridir.
Rasûlullah, ashab ve velilerden bahsedilmeyen bir nasihat, abdestsiz namaz gibidir.
Dünyanın neresinde ne kadar müslüman varsa, onların her halleriyle hallenir, yakından ilgilenir, onlar için yardım talebinde bulunur, onlar için dua ederdi.
* Hacı Veyiszâde, Mustafa ÖZDAMAR, 1992, s.339, 340, 341, 342.
- Caminin Tarihçesi
- Cami İle İlgili Bilgiler
- Fotoğrafları
- Hacı Veyiszâde Camii'nin Kitâbeleri
- Hacı Veyiszade Kimdir?
- Hacı Veyiszâde Hoca Efendi'nin Menkıbeleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder