Hayri Fehmi Yılmaz, TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ'nde bu camiyle alakalı olarak şu malumatı vermektedir:
İstanbul’da Fâtih Sultan Mehmed döneminde kiliseden çevrilen cami.
Bizans
dönemine ait Pantokrator Manastırı’nın kiliseleri olup Haliç’e hâkim
bir tepenin üstünde teraslarla düzenlenmiş geniş bir arazi üzerinde
kurulmuştur.
Camiyi oluşturan birbirine bitişik üç
kilisenin Bizans devrindeki isimleri Evrenin Hâkimi Îsâ Mesîh (Hristos
Pantokrator), Başmelek Mikhail (Arhangelos Mikhail) ve Şefkatli Meryem
Ana’dır (Theotokos Elaiusa). Manastır İmparator II. Ioannes Komnenos’un
eşi, Macar Kralı Laszlo’nun kızı Eirene tarafından 1124 yılı dolayında
inşa edilmeye başlanmış ve imparatoriçenin ölümünden sonra manastırı
muhtemelen kocası tamamlamıştır.
“Typikon” denilen ve kuruluş ilkelerini belirleyen manastıra ait bir çeşit vakfiye ancak 1136’da yazılmıştır.
Yapıların mimarı olarak Nikeforos bilinmektedir.
Manastırın
elli yataklı, beş bölümlü, iyi düzenlenmiş bir hastahanesi,
kütüphanesi, yaşlılar yurdu, tıp mektebi, eczahane ve ayazma gibi
bölümleri vardı.
Başta yapının bânisi imparator ve
imparatoriçe ile daha sonra Komnenos ve Palaiologos hânedanlarına mensup
birçok kişi buraya gömülmüştür.
Bizans devri
boyunca şehrin çok saygı gösterilen yapıları arasında olan manastır
Latin işgali esnasında Venedikli Katolik din adamları tarafından
kullanılmıştır.
Bu sırada yapıların zengin kilise
eşyası, hıristiyan azizlere ait bazı kutsal hâtıralar (rölikler), hatta
yapı malzemeleri başta Venedik olmak üzere Avrupa’nın değişik
şehirlerine götürülmüştür.
Bizans’ın son devrinde
manastır hastahanesinin varlığını sürdürdüğü, başhekimliğini de bir
Türk’ün yaptığı kaynaklarda belirtilir.
Manastırdan
günümüze ulaşan kiliselerden ikisi kapalı Yunan haçı planlıdır, ortada
yer alanı ise iki kubbe ile örtülen tek nefli bir yapıdır.
Duvarlar büyük ölçüde eski binalardan getirilen taş-tuğla malzeme ile ve tuğla ağırlıklı olarak örülmüştür.
Duvarların
genelinde bu dönemde çok yaygın olan ve bir sıra tuğlanın geri
çekilmesiyle yapılan gizli tuğla duvar örgüsü kullanılmıştır.
Kiliselerin
bir imparatorluk tesisi olarak çok zengin biçimde süslendiği
anlaşılmaktadır. Duvarların belli bir seviyeye kadar eski yapılardan
sökülerek getirilen renkli mermer levhalarla kaplı olduğu, üst kısımları
ve örtü sisteminin mozaik tekniğinde zengin bir süslemeye sahip
bulunduğu kalan izlerden tesbit edilmektedir.
Pencerelerde
çok zengin renkli camlarla yapılmış vitrayların yer aldığı, 1970’lerde
gerçekleştirilen restorasyonlarda ele geçen parçalar sayesinde ortaya
çıkmıştır.
Güneydeki yapının zemini de Bizans
döneminden günümüze kalan, en zengin “opus sectile” tekniğinde mermer
döşemelerden birine sahiptir.
Döşemenin düğümlerle
birbirine bağlanan dairesel madalyonlarından bazılarının antik sanattan
esinlendiği sanılan figürlü süslemesi çok iyi korunmuştur.
Bu döşemenin varlığı ahşap kaplamanın 1950 yıllarında değiştirilmesi sırasında tesbit edilmiştir.
Binanın
zengin süslemesi mermer, cam, taş, mozaik ve fresko gibi değişik
malzeme gruplarında ortak motiflerle şekillenen bir bezeme üslûbu ile
yapılmıştır.
Bugüne ulaşmayan manastır birimlerinin batı cephesi boyunca büyük bir avlunun etrafında yer aldığı tahmin edilebilir.
Bunları taşıdığı düşünülen bazı sarnıçlar günümüzde mevcuttur.
Fâtih
Sultan Mehmed fetihten sonra bazı Bizans yapılarına bir İslâm şehrinde
bulunması gereken yapı fonksiyonlarını vermiş, bu sırada Pantokrator
Manastırı bir medrese haline getirilmiş ve yapı İstanbul’un Osmanlı
dönemine ait ilk eğitim kurumu olmuştur.
Medresenin müderrislerinden Zeyrek lakaplı Molla Mehmed Efendi yapının Osmanlı dönemindeki isminin kaynağıdır.
Muhtemelen
manastırın keşiş hücreleri medrese hücrelerine dönüşmüş, kiliseleri de
hem mescid-dershane hem de cami olarak kullanılmıştır.
Binanın medrese fonksiyonu ile birlikte cami halinde kullanıldığı Fâtih vakfiyelerinde açıkça belirtilmiştir.
Fâtih
Külliyesi’nin medreseleri inşa edildiğinde yapı Abdullah-ı İlâhî’ye
verilmiş ve bir zâviye şeklinde faaliyetini sürdürmüştür.
Bizans kiliselerinin farklı dönemlerde yapılan bölümlerinin tamamı Osmanlı döneminde cami halinde kullanılmıştır.
Caminin
batı cephesinde inşa edilen tuğla minare de muhtemelen Fâtih dönemine
aittir; ancak Osmanlı dönemi boyunca onarımlar geçirmiştir.
Cami
yapılarının güneyinde Bizans dönemi duvarlarının çevrelediği avluda,
Akşemseddin veya Semerci İbrâhim Efendi Tekkesi diye bilinen tekkenin ne
zaman kurulduğunu tesbit etmek güçtür.
Batı
duvarında Osmanlı döneminde açılan bir pencerenin üzerinde bulunan yedi
satırlık mermer kitâbede Akşemseddin’in burada geçirdiği zamandan
bahsedilmektedir.
Osmanlı devri boyunca kullanılan
ve korunan yapı 1766 depreminde büyük zarar görmüş, III. Mustafa
döneminde yapılan esaslı onarımla bugünkü halini almıştır.
Aynı
dönemde kuzeydeki yapının örtü sisteminin büyük ölçüde çöktüğü ve
Bizans üslûbunda yüksek kasnaklı bir kubbenin yeniden inşa edildiği
anlaşılmaktadır.
Caminin güneyine hünkâr mahfili de bu dönemde yapılmıştır.
Mahfilin cami içine taşan zengin ahşap işçiliğiyle büyük çıkması ve kâgir rampasının kemerli kaidesi günümüze ulaşmıştır.
Bizans
döneminin zengin mozaik bezemeleri, renkli mermer kaplamaları da bu
depremde zarar görmüştür. Kuzeydeki yapının kubbesini taşıyan sütunlar,
aynı inşaat sırasında köşeleri pahlanmış kare kesitli taş ve tuğla
sıraları ile örülen pâyelerle değiştirilmiştir.
Güneydeki yapıda ise sütunların yerine Osmanlı baroku üslûbunda dilimli taş pâyeler örülmüştür.
Sütunların
pâyelerin içinde korunup korunmadığı tam olarak bilinmemekle beraber
bir tanesinde buna işaret eden veri son onarımda tesbit edilmiştir.
Onarımlar sırasında yapının bütün kalem işi bezemelerinin dönemin beğenisine göre yenilenmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Osmanlı
barok süslemelerinin kompozisyon ve işçilik bakımından başarılı
örneğinin yanı sıra duvarların alt kısmı boyunca görülen mermer taklidi
düzenlemeler ayrıca dikkat çekicidir. Bizans devrine ait renkli mermer
kaplamaların çoğu bu onarımdan önce yok olduğundan boş kalan yerlere
renkli mermer levha taklidi kalem işleri yapılmıştır.
Bu
uygulama, Osmanlı devrinde farklı bir uygarlığa ait eserde koruma ve
onarım ilkelerini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Caminin
alçı mihrabı, mermer minberi ve ahşap vaaz kürsüsü de bu dönemde
üretilmiştir ve Osmanlı barokunun başarılı örnekleri arasında yer
almaktadır.
Özellikle minber XVIII. yüzyıla ait
kapısı dışında Bizans döneminden kalma renkli mermer levhalar ve mimari
parçaların kullanılmasıyla oluşturulmuştur.
Minberin köşk kısmı, klasik Osmanlı minberleri şeklinde Bizans dönemine ait sütunlar ve kemerli mermer levhalarla yapılmıştır.
Bazı dinî ifadeler içeren monogramların bile korunduğu köşk kısmı ahşap bir külâhla tamamlanmıştır.
Dolayısıyla minber Osmanlı hoşgörüsünün ve mimari felsefesinin başarılı bir örneğidir.
Yine XVIII. yüzyılın ortalarında batı yönünde inşa edilen çok nitelikli ahşap müezzin mahfili 1960’larda kaldırılmıştır.
Caminin
XIX. yüzyılın sonlarına doğru tekrar ele alındığı, özellikle gri siyah
renklerin hâkim olduğu çok nitelikli sayılmayan bir kalem işiyle
bezendiği anlaşılmaktadır.
Bu son dönem onarımlarıyla ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bazı belgeler bulunmaktadır.
XX.
yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren ilgi gösterilmeyen yapı hızla harap
olmuş, 1953 ve 1966 yıllarında Vakıflar Genel Müdürlüğü bazı onarım
çabaları göstermişse de daha çok güneydeki yapıya müdahale edilmiştir.
Bu
onarım çalışmaları sonrasında kuzeyde ve ortadaki yapı kendi haline
terkedilmiş, güneydeki yapı ise cami olarak kullanılmaya devam
etmiştir.
1990’larda başlayan son restorasyona da aynı bölümden başlanmış, fakat değişik sebeplerle tamamlanamamıştır.
2010
yılından bu yana yapı hazırlanan restorasyon projeleri doğrultusunda
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin maddî desteği ve bilim kurulunun
katkılarıyla kapsamlı bir şekilde restore edilmektedir.
Yapılan
raspa çalışmalarında oldukça yoğun biçimde ortaya çıkarılan XVIII.
yüzyıl kalem işleri yapının belirgin şekilde dekorasyonunu
oluşturmaktadır.
Kuzeydeki yapının altında ise üst yapı ile aynı plana sahip bir alt yapının varlığı tesbit edilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA:
Hüseyin
Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘: İstanbul Câmileri ve Diğer Dînî-Sivil
Mi‘mârî Yapılar (haz. Ahmed Nezih Galitekin), İstanbul 2001, s. 172;
Ayverdi, Osmanlı Mi‘mârîsi III, s. 537; A. van Millingen, Byzantine
Churches in Constantinople, London 1974, s. 219-242; T. S. Miller, The
Birth of the Hospital in the Byzantine Empire, London 1997, s. 141-143;
W. Müller-Wiener, İstanbul’un Tarihsel Topografyası (trc. Ülker Sayın),
İstanbul 2001, s. 209-215; Yıldız Demiriz, Örgülü Bizans Döşeme
Mozaikleri: Interlaced Byzantine Mosaic Pavements, İstanbul 2002, s.
45-56; John Freely-Ahmet Çakmak, İstanbul’un Bizans Anıtları, İstanbul
2005, s. 175-183; C. Mango, Bizans Mimarisi (haz. Bülent İşler), [baskı
yeri ve tarihi yok], s. 197-206; R. Ousterhout, “Eski ve Yeni Bulgular
Işığında Pantokrator Kilisesi (Zeyrek Camii) Bezemeleri”, 1.
Uluslararası Sevgi Gönül Bizans Araştırmaları Sempozyumu Bildiri
Özetleri, İstanbul 2007, s. 432-439; Yıldız Ötüken, “İstanbul
Kiliselerinin Fetihten Sonra Yeni Görevleri, Banileri ve Adları”, HSBBD,
X/2 (1979), s. 78; Semavi Eyice, “Zeyrek Kilise Cami”, DBİst.A, VII,
555-557.
Zeyrek Kilise Camii (Pantokrator Manastırı)
Zeyrek Kilise Camii (Pantokrator Manastırı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder