Taceddin Dergâhı’nın kurucusu Tâceddinzâde Mustafa Efendi hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır.
Aslen Ankaralı bir ailenin çocuğu olduğudur.
Ailenin Bursa’ya gidip daha sonra tekrar Ankara’ya döndüğü rivayet edilir.
Ailesinin Niksar-Samsun yöresinde beylik kuran Tâceddinoğulları ile ilgisinin bulunması da ihtimal dahilindedir.
Tâceddinzâde
Mustafa Efendi adına ilk defa, 1075’te (1664) Ankara’da düzenlenen
Aslanağa bin Muslu Vakfiyesi’nin şahitler listesinin başında
rastlanmaktadır.
Tâceddinzâde’nin dergâhla birlikte bir de cami yaptırdığı anlaşılmaktadır.
Bu bilgiden hareketle Tâceddin Camii ve Dergâhı’nın XVII. yüzyılın ortalarında faaliyete başladığı söylenebilir.
Evkaf-ı
Hümâyun Nezâreti’nin 1270 (1853) yılına ait teftiş raporunda,
“Tâceddinzâde Mustafa Efendi’nin Tekke Ahmed mahallesinde Şeyh Paşa
Zâviyesi yerinde yaptırdığı cami ve zâviye” ifadesi yer almakta ve onun
Aziz Mahmud Hüdâyî’nin halifeleri arasında bulunduğu kaydedilmektedir.
Aynı ifadeye bir tevcih defterinde de rastlanmaktadır.
Oldukça
geç tarihli bu kayıtlar Tâceddinzâde’nin Aziz Mahmud Hüdâyî’nin
halifesi, dolayısıyla Celvetî şeyhi olduğuna dair Ankara halkı
arasındaki rivayetle örtüşmekteyse de Aziz Mahmud Hüdâyî’nin bilinen
halifeleri içinde böyle bir isme tesadüf edilmemektedir.
Fakat Aziz
Mahmud Hüdâyî’nin Bursa’dan İstanbul’a gelip 992 (1584) yılında
Küçükayasofya Tekkesi’nde şeyhlik yaptığı ve burada 1038 (1628) vefat
ettiği bilindiğine göre Tâceddinzâde Mustafa Efendi’nin gençlik
yıllarında ona yetişmesi ve kendisinden icâzet almış olması kuvvetle
muhtemeldir.
Esasen halk arasındaki yaygın inanç da onun bir Celvetî şeyhi olduğu yönündedir.
Enver
Behnan Şapolyo, Ankaralı Şemsîzâde Ahmed Efendi tarafından kendisine
hediye edilen, Şeyh Derviş Muslu Ankaravî’nin 1147’de (1734-35)
derlediği mecmuada Tâceddinzâde’nin evrâdıyla dergâh şeyhlerinin bir
listesinin, muhtelif menkıbelerin ve Tâceddinzâde’nin şiirlerinin yer
aldığını belirtir.
Sözü edilen mecmua bugün kayıptır.
Muhtelih
nüshaları bulunan evrâd metni Sadi Bayram, Kâmil Şahin koleksiyonundaki
Tâceddinzâde’nin bazı şiirlerini ihtiva eden risâle ise Mustafa Aşkar
tarafından yayımlanmıştır.
Tâceddinzâde Mustafa Efendi’nin ölüm tarihi bilinmemektedir.
1853
tarihli teftiş raporundan çocuğu olmadığı anlaşılan Mustafa Efendi’den
sonra dergâhın şeyhlik görevi 1717’de Abdurrahman Efendi’nin türbedar
tayin edilmesine kadar Gizli Şeyh Mehmed Efendi ve soyundan gelenlerce
sürdürülmüştür.
Dergâhın son şeyhi Galib Efendi’nin oğlu Mustafa Tâceddin Efendi’dir (ö. 1937). Dergâhın Tâceddinzâde Mustafa Efendi’den sonra en kudretli şeyhi Osman Vâfî Efendi, “arzu edilmeyen hareketlere teşebbüs etmekle suçlanarak Kayseri’ye sürgün edilmiş, üç buçuk ay sonra affedilip Ankara’ya dönmüştür.
Onun şeyhlik döneminde mevcut binaların tamiri, ek binaların inşası, dergâhın istikrarlı gelir kaynaklarına kavuşturulması konularında mühim gelişmeler olmuştur.
Bugün Hacettepe Üniversitesi Kampüsü sınırları içinde kalan ve selâmlık bölümü Mehmed Âkif Ersoy Müzesi olarak kullanılan Tâceddin Dergâhı’nın ilk durumu hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır.
Sadece caminin ilk şeklinin toprak örtülü ve diğer aksamın ahşaptan olduğu kaydedilmekte, Abdülmecid döneminde tadilatlar yapıldığını, bazı binaların yeniden inşa edildiğini düşündüren vesikalara rastlanmaktadır.
Bu belgelerde tamire muhtaç birimler sıralanırken cami, türbe, dergâh ve derviş odalarından bahsedilmektedir.
Bu durumda binaların bir külliye niteliği taşıdığı söylenebilir.
Ankara İmar Meclisi’nin 2 Şâban 1261 (6 Ağustos 1845) tarihli kararı ile bu karara gerekçe oluşturan teknik heyet raporundan dergâhın selâmlık binasının bulunmadığı ve inşasının gerekli olduğu anlaşılmaktadır.
Aynı
kararda bazı bölümlerin harap durumda bulunduğu ve bazı bölümlerin ek
binalarla genişletilerek tamamlanması gerektiği, ancak bunların
yapılabilmesi için vakıf gelirlerine sahip olmadığı belirtilmekte ve
paranın başka kalemlerden karşılanması istenmektedir.
Meclis kararı
ve eklerinin sadârete arzından sonra söz konusu onarımların yapılması ve
yeni inşa edilecek yapıların bir an önce bitirilmesi için keşif
dosyaları Evkaf-ı Hümâyun Nezâreti’ne intikal ettirilmiştir.
Dokuz
yıl sonra bir şikâyet üzerine hazırlanan teftiş raporundan gereken
tadilatların gerçekleştirildiği, selâmlık binasının inşaatının
tamamlandığı, mutfağın çalıştığı, gelirlerin tahsil edildiği,
harcamaların yapıldığı, muhasebe kayıtlarının tutulduğu ve dergâhın
hizmete açık olduğu anlaşılmaktadır.
1892’de cami, minare ve türbenin
yıkılarak II.Abdülhamid’in hazîne-i hâssadan tahsis ettiği 60.000 küsur
kuruşla yeniden inşa edilmesi kararlaştırılmıştır.
Türbenin giriş kapısı üzerindeki manzum kitâbede caminin inşasının 1319 (1901) yılında tamamlandığı kaydedilmektedir.
“Tâcdâr-ı tâcdâran Hazret-i Sultan Hamîd/
Yaptı bu dergâh-ı Tâceddîn’i tahsîne sezâ/
Söyledi Câhid kulu lafzan tamam târîhini/
Bin üç yüz on dokuzda oldu bu câmi binâ.”
1925
tarihli imar planlarında caminin doğusunda görülen esas hazîre, diğer
şeyhlere ait dışarıdaki türbe, derviş odaları, yemekhane ve mutfak,
haremlik binaları, selâmlık binası bahçesindeki şadırvan bu tarihten
sonraki imar değişiklikleri ve istimlâklerle ortadan kaldırılmış,
Tâceddinzâde Mustafa Vakfı adına kayıtlı sadece cami ve hazîreye ait
1285 m2’lik iki parsel kalmıştır.
Dikdörtgen planda inşa edilen
caminin batı tarafında yer alan türbe ve doğudaki minare Ankara yöresine
mahsus kırmızı andezit taşından inşa edilmiştir.
Tâceddin Camii, Hacı Bayram Camii gibi zâviyeli mescidlerdendir.
Bağdâdî
kubbeli türbeyi içine alacak şekilde 1970’lerde camiyi genişletmek
amacıyla yapılan ilâveler 2008 yılındaki restorasyon sırasında
kaldırılmıştır.
Caminin giriş kapısının tam karşısında yer alan çeşme çekilen avlu duvarının dışında kalmıştır.
Oluk
arkalığına yerleştirilen, sert Ankara taşından beyaz mermer kitâbeye
göre çeşmeyi Serattarzâde’nin zevcesi Fatma Hanım 1897’de yaptırmıştır.
Bugün suyu akmayan çeşme toprak altında kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Tâceddin
Türbesi, eskiden olduğu gibi Ankara’da Hacı Bayrâm-ı Velî Türbesi’nden
sonra en çok ziyaret edilen bir merkez durumundadır.
Caminin dışında günümüze ulaşan tek yapı, Mehmed Âkif’in 17 Şubat 1921’de içinde İstiklâl Marşı’nı yazdığı selâmlık binasıdır.
Tekke
ve zâviyelerin kapatılmasından sonra bu bina “avlulu ahşap mektep”
olarak Ankara Vilâyeti İdâre-i Husûsiyyesi’ne devredilmiştir.
Çeşitli
sebeplerle hazine, belediyeler ve özel idarelerin mülkiyetine geçen
vakıf gayri menkullerinin yeniden Vakıflar İdaresi’ne dönmesini öngören
kanun ve ilgili tüzük hükümleri uyarınca 485 m2’lik bir saha üzerinde
yer alan selâmlık binasının tapusu 11 Kasım 1986 tarihinde Vakıflar
Genel Müdürlüğü’ne geçmiştir.
Mehmed Âkif, Nisan 1920’de Ankara’ya
gelişinden itibaren yakın arkadaşları Hasan Basri (Çantay), Müftüzâde
Abdülgafur (İştin) ve Mehmet Vehbi ile (Bolak) beraber Mayıs 1921
tarihine kadar Tâceddin Dergâhı’nın selâmlık binasında kalmış,
Safahat’ın altıncı kitabı Âsım’ı burada tamamlamış, “İstiklâl Marşı”,
“Süleyman Nazif”, “Bülbül” şiirlerini burada yazmıştır.
Eşref Edip Fergan’ın, “Dergâh deyince dervişler, âyinler hatıra gelmesin.
Eşraftan birinin âdeta selâmlık dairesi.
Ufak bir köşk gibi muntazam yapılmış.
İçi dışı boyalı. Döşenip dayanmış, güzel ve geniş bir bahçesi var.
Türlü türlü meyveler.
Önünde
bir şadırvan, şırıl şırıl sular akıyor” şeklindeki ifadeler (Mehmed
Âkif, I, 152) ile yapılacak selâmlık binasını tarif eden Ankara İmar
Meclisi’nin kararında geçen kayıtlar tamamen örtüşmektedir.
Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/taceddin-dergahi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder