26 Eylül 2011 Pazartesi

Mimar Sedefkar Mehmet Ağa Kimdir?

Devşirme acemi oğlanı Kanuninin son zamanlarında 1562-1563’te İstanbul’a getirilmiş 5 yıl ulufesiz ( ücret ) çalışmış altıncı yılda ulufeye yazılıp büyük hünkârın vefatından sonra onun türbesine bir yıl süre ile “bahçe bekçisi” olmuş. Bir sonra da Topkapı Sarayına dahil edilip Hasbahçeye bahçıvan tayin edilmiş.
Camii ve mimarisi üzerine doktora yapmış olan Mimar Zeynep Nayır, Evliya Çelebinin Arnavutluk bölümünde kayıtlı bir bilgiye dayanarak Mimarımızın Orta Arnavutlukta Elbasan (İlbasan) kentinde çeşmeler yapmış olduğu nakletmekte ve bu özel ilginin, onun doğum yeri hakkında bir işaret olabileceğini kaydetmektedir.
Devşirme Mehmet, bahçıvanlık döneminde önce sarayın saz takımına aşık olur. Hüner sahibi bir sazende-den, herkesin hayranlığını ve sevgisini çeken bu musiki sanatını öğrenmeyi aklına takar. Bir gün biriktirdiği tüm parası olan seksen doksan flori’yi verip kendisine çeşitli sazlar satın alır. Gece gündüz o kadar çalışır ve musikide öyle ilerler ki saz çalarken süratinden “elinin hayali görülmez olur.” Cafer Çelebi onun daha sonraki meslekleri olan önce sedefkârlık, sonra mimarlık sanatları için bu saz ustalığının yararını “keser sallamak için elinin idmanı lazım olsa gerekti” diye açıklıyor.

Mimarımız gördüğü bir rüya üzerine devrin ermişlerinden Halveti şeyhi “Vişne Mehmet Efendi”ye gider Rüyasında çingene tayfası suretinde bir alay sazende görmüştür ki “ellerinde olan sazlara bir uğurdan başlayınca saz ve söz sesinden alem velveleye ve yer gök zelzeleye”' varmaktadır. Vişne Mehmet Efendi Sedefkâr Mehmet Ağanın bu rüyasını şöyle tabir eder. ''Oğul o sanattan vazgeçmek gereksin. Eğer o sanat iyi sanat olsa doğru ve hayırlı kimselerin arasında kullanılır. Onun gibi insanların en alçağı olan şeytan olan kavmin ellerine düşmezdi. Mademki muradın sanattır, layık olan budur ki birkaç gün durup tabiatın da bir sanata meylederse yine bizimle danışık eğle. Eğer dünya ve ahirette bir yararı olduğu görülürse bizde sana izin verip dua edelim ondan sonra izninizle ve hayır duamızla o sanata varasın. Adam düşünce çingene görmek tıpkı cinn ve cann kavmi görmektir ve çingane demek (cinler) demektir... Kısacası bu sanattan dönüp istifar ve son derece tövbe edip günahlarının bağışlanmasını istemen gerek." az sonra sazdan soğumuş genç bahçıvan garip bir ruh haleti ile tutar bütün sazlarını kırar Cafer Çelebinin deyimi ile hepsini balta ile haşhaş hurdasına döndürür. Mimar Mehmet ağa böylece musikişinas olmaktan vazgeçerek hayırlı bir sanat olan mimarlıkta karar kılar. Bir sanatçının enstrümanlarını parçalaması bu günün aklı ile biraz zor izah edilir. Ama dehaların kabına sığmayan yetenek ve ihtirasları da zaten normal kap kacağa pek girmez. Sanatının zirvesi olan Caminin kubbesini çatıncaya kadar o daha çok sazlar ve canlar kıracaktır.
Saraya dönen bahçıvan az sonra Sedefkariler Karhanesinde bir gencin okuduğu bir kitaba dalmış görür. Bu defa onun eline ayağına düşer. O da kendisini bir sınava tabi tutar. Keserle bir kirişe nişan vurulacak. Bahçıvanımızın keseri o nişana rast gelirse onda yetenek vardır. Genç Mehmet keseri bir kere vuramaz bin kere vurur. her defasında da nisanın üstüne gelir. Hepsi onun yeteneğine teslim olurlar. Kitap okuyan sedefkâr. Elindeki hendese kitabının bir kopyasını çeker onu armağan eder ve ocaklarına girişlerini sağlar. Ser mimaran-ı hassa’ın yönetiminde bu ocakta yeni girenlere başta geometri olmak üzere ilk ve gerekli bilimlerin öğretildiğini ve burada ciddi şekilde adam yetiştirildiğini kabul etmektedir. Yani saraydaki bu ocak hem fakülte hem de bir resmi daire niteliğindedir.
1569-1570- de böylece sarayın sedefkarlık ve mimarlık karhanesine dahil olduktan sonra önünde yepyeni bir yol açılır ve tam 21 yıl dahi Koca Mimar Sinan ağaya çıraklık ve kalfalık eder.
Ondan sonra “Kapu Ağası” dört kadıya “Muhzırbaşı” olur. Sonra Su Nazırı tayin edilir. O süre içinde Koca Sınanın vefatından sonra yerine geçen baş mimarlar Davut ağa, Dalgıç Ahmet ağa ile beraber çalışmıştır. Sonra ona imparatorluk yolları açılıyor. Koca devletin hangi köşesinden gelirse gelsin tüm milletler ve cemaatlerinin bütün yetenekli çocuklarını bünyesinde eriten imparatorluğun geniş topraklarına olanca hazinelerini ve nimetlerini sergileyen düzeni içinde Sedefkârlığı ve mimarlığı yanında o da Sarayda sorası ile Kapu Ağası Dergâh-ı Ali Bevvaplığı,iki yıl Kulle Sofiliği görevlerine getiriliyor. Önce mısırın yolu gözüküyor kendisine. Bu görevde iken bütün Arabistanı dolaşıyor. İstanbul’a döner dönmez “Rumeli teftişine” memur ediliyor. Bu seyahati ise bir cihan devletinin yetenek gördüğü bir adamının yetişmesi için kurduğu bütün bir mekanizmanın azametini sergilemesi bakımından insanın tüylerini ürperten ve gözlerini yaşartan bir sistemi anlayışı ve ciddiyeti sergiler. Bu cevelan bu birikim bu görgü bu deneyim yıllar sonra yükselecek olan şaheseri Mavi Caminin kökenlerini açıklayabilecek olan başlıca iki olgudan biridir. Birisi Mehmet ağanın kendi dehası, öbürü imparatorluğun onu içine alıp yoğurduğu bu coğrafya, bu hamur. Rumeli dönüşü ağa dört kadıya muhzırbaşı olur. Sonra Diyarbekir’e müsellim gider,6 ay o havaliyi yönetir. Oradan döner Şam-ı Şerife müsellim tayin edilir. O tarihlerde asi bazı kabileler hacca gelen kervanları soymakta yok etmektedir. Ağanın büyük başarısı bunların üzerine varıp haydutları ve yolu temizlemesinde görülür. Bu askerlik operasyonu bile ağanın hayatında mistik bir maceradır. Elinde az bir kuvvetle ne yapacağını çaresizlikle düşünmekte iken gördüğü bir rüyada”gayb ricali” onun imdadına yetişir ve eşkıya’nın gafil uyuduğu yeri haber verirler. Ani bir baskınla yetiştiğinde maiyetinin itiraz ve korkularını bastırır ve kendilerinden kat kat üstün çeteyi yok eder. 1587-1598 de su nazırı tayin edilir. Sekiz yılı öyle geçer. 1606 da Mimarbaşı olur. Şimdi yerini bulmuştur tarih ve kader ona bir imparatorluğun bütün maceralarını yaşattıktan sonra asıl makamına getirip oturtmuştur. İlk işi Kâbe’nin onarılması ve ünlü altın oluklarının konulmasıdır. ama az sonra kader onu elinden tutarak şaheserinin eşiğine getirecektir.

Camiyi padişah istemişti ve arzulamıştı ama o binayı ilk düşünen yani gözünde canlandıran sonra bugün bilemediğimiz teknikle çizen sonra onu taş taş üstüne koyup yükselten yanlışlıkları ve gecikmeleriyle kahrolan binası biçimlendikçe onurlanan kubbeyi çatıp içi de cennet misali donanca nurlanan asıl sanatçıya yani mimara gelince o büyük eseri uzunca yaşadı.Fakat onun nam-ü şanını adını pek az yerde bulursunuz Koca Camii sadece padişahın adını taşır. Sanatçının imzası yüce eserinin epey dışında bir yerdedir ve o bile kendisi gibi çok alçak gönüllü bir ölçüdedir. Dış avlunun birinci kapısı altındaki sebilin kitabesinde kitabeninde bir mısrasında

Cami-i Han Ahmet’in bani-i ala -meşrebi.
Hazreti Mimarbaşı, ahreti mamur ola
Kim Muhammeddir anın namı vü ali himmeti
Etti bu rana binayı haşre dek meşhur ola.

ahretin bari mamur olması. onun için bir dahi Mimara bile ne bir tasvir ne bir anıt yer almazdı gerekmezdi. yaşamın öbür yanına bembeyaz bir güvercin gibi uçurur gibi bir tek mesaj yeterliydi ya bir hizmet ve bir eser.



İSTANBUL’DAKİ  DİĞER CAMİLER

 




· ÜLKELERDEKİ CAMİLER
                                   




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder