26 Eylül 2011 Pazartesi

'Nedir bu parlak ışık? Ve bu güzel tarz nedir?

Cami bitip de kapılarını dünyaya açtığı zaman mimarın bir yakını olarak temel taşından beri yapımı adım adım izlemiş olan, dönemin yazarı ve şairi Cafer Çelebinin ağzından dökülen ilk sorular ve sözler, bunlar olmuş.

'Nedir bu parlak ışık? Ve bu güzel tarz nedir?

Kendisinden sonra, yüzyıllar boyu, Beyazıt’tan gelirken de, şehre denizden varışlarda da bu binanın İstanbul siluetine ektiği, ince ve son derece rafine çizgiye hayran kalan herkesin, yani ibadet için koşan inanmışlarla ziyaret için gelmiş dünyanın dört köşesinden ve her dininden bütün insanların geniş avluyu geçip kapıların birinden ana mekâna adım atar atmaz içine düştükleri ve kendilerini kaptırdıkları duygular, bu defa hayranlığı aşarda hayretlere dönüşür. İnsanlar çevrelerine ilk bakışlarını gezdirirken gözleri dev sütunlardan her biri birer bahar bahçesi gibi süslü o cesim duvarlara oradan birbiri üstüne istif edilmiş kemerler ve yarım kubbelere ve hepsinin de üzerinde pek fazla heybetli olmayan bir kubbeye doğru derece derece yükselirken akıllarından aynı düşünceler geçer ve içleri de aynı aydınlık duygularla ve ferah mı ferah renkli mi renkli bambaşka bir bütün dünya ile dolar. Bu eski İstanbul’un ortasındaki daha doğrusu tarihi yarım adanın denize bakan bir kenarında yükselen Sultanahmet’in bir camisidir. Yabancıların verdiği yerinde bir isimle Mavi Cami.
İnce zevki ve İstanbul sanatına elleriyle aktardığı yepyeni bir cami anlayışı. Türk-İslam mimarisinde kanatlarını ardına kadar açtığı bir dönem ve bir üslup. kendisinden tam bir yüzyıl sonra esecek olan lale devrinin de önceden habercisi, hem heybetli hem sevimli, tam bir mabet, kişinin içini ürperten ama engin bir de bahçe, göz okşayan iç ısıtan, bir şark sarayı kadar süslü, yerde halı gökte çini. hele zengin bir tarihinde altın zincirleriyle som zümrüt kandiller asılı, iki dünya el ele vermiş bu camide buluşmuşlar bir arada, karar veremeyeceğimiz bir rafine boyanın bütün tonlarının serpildiği bir desenler dünyası ile bezelidir. Düz duvarlar fayans ile örtülmüş onlarında üstü dönen ve kıvrılan satıhlar ise kalem ile nakışlanmıştır. Sonunda ışıl ışıl bir mekân çıkmıştır ortaya. Garip bir duygu sarar ziyaretçiyi, bir yandan başta tepedeki kubbe olmak üzere heybetli sütunlar, her şey bir mabedin bütün soyluluğunu sonsuz bir tanrı fikri ve gerçeğini acunu yaratan güç ile yapa yalnız baş başa kalışın olanca ölümsüzlüğünü anlatır adama. Günlük yaşam dışarıda kalır, hele modern hayatta ve günümüz şehrinde insanoğlunun yaradılışına ters düşen bütün kemirici olaylar, trafiği gürültüleri ile avlunun ötesinde kendileriyle yoğrulurken burada sükûnetin çınladığı bambaşka bir ortam. Kişiyi neredeyse çırılçıplak soyulmuşta bir ahretin kapısına varmış gibi ürpertici bir yalnızlıkla karşı karşıya bırakır. Çünkü her şey öylesine heybetlidir, öylesine insandan büyüktür, öylesine hem sessizdir, ama hem de düşündürücüdür ve öylesine aklı ve idraki fiziğin ötesine davet edicidir. Aileniz işiniz eviniz sorunlarınız hevesleriniz sevdikleriniz sevmedikleriniz paranız ve malınız artık sizden öyle uzak öyle uzaktır ki camiyi gezen kalabalıklar bile silinir birer birer kaybolur bu mekânda, ama biraz vakit geçinde ürpertiler içinde dolan ilk dakikalar işledikçe, içinizde bu masmavi boşluklara, uzaklıklara yavaş yavaş ve ucun ucun ısınmaya başlar. Hele namaz kılmak için yere oturup ta bitiş duasıyla beraber çevreyi daha da bir dolgun ve dolmuş duygularla seyre başlarsanız bu mabede bilerek verilmiş olan o bütün tatlılığın keyfine de kemaline erersini, içiniz bu defa bir insan yaşamının bütün neşesi ile tekrar fani hayatın güzellik ölçüleri ve değer yargıları ile dolup taşmaya başlar. Sahi iç ufku çevreleyen bu pencerelerin vitrayları ne kadarda yakıcı renklerle birer birer örülmüş, duvarları örten çiniler nasılda bu dünyanın bir ilkbahar bahçesi gibi bezenmiş, bu kubbelere kadar tırmanan nakışlar uçan ipek halılar yada atlas kumaşlar misali adeta semaları örtme yarışı içinde nedenli bir coşku ile böylesine boyanmış ve serpilmişlerdir. Bunun kadar duvarlarına bulut bulut rozet rozet Osmanlının pek sevdiği laleler sümbüller narçiçekleri ve küpeler resmedilmiş bir tapınak bulunamaz. Hem yaşam dolu bu mekânda, hem ahret,hem yücelik hem yakınlık, yan yana iç içe buda işte mavi caminin usta mimarının derin aklı.



İSTANBUL’DAKİ  DİĞER CAMİLER

 




· ÜLKELERDEKİ CAMİLER
                                   




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder