11 Mayıs 2020 Pazartesi

Beylerbeyi Külliyesi'nin Tarihçesi, Edirne

Beylerbeyi Külliyesi, Edirne
Caminin kitabesi olmamakla beraber, vakıf kayıtlarından öğrenildiğine göre Sultan II.Murat devrinin ümerasından, önce Tırhala (Trikkala) Beyi sonra da Rumeli Beylerbeyi olan Mîrimîran Sinaneddin Yusuf Paşa tarafından 1429’da yaptırılmıştır.
Edirneli Abdurrahman Hibrî Çelebi’nin Enîsü’l-müsâmirîn’inde caminin 832’de (1428-29) Yûsuf Paşa tarafından yaptırıldığının belirtilmesine rağmen Bâdî Ahmed Efendi’nin, kurucusunun adını Şarabdar Abdullah Bey olarak göstermesi yanlıştır.

Ayrıca Rifat Osman Bey, Osman Nuri Peremeci gibi bazı yazarların caminin esas kurucusunun Abdullah Bey, sonra tamir ettirenin Sinâneddin Yûsuf Bey (Paşa) olabileceğini ileri sürmeleri de esassızdır.
M.Tayyib Gökbilgin’in “Mahalle-i Mescid ve İmâret-i Mîrimîran Sinan Bey” başlığı ile bu hayratın 833 (1429-30) tarihli vakıf kaydını ve evkafını tesbit etmesiyle kurucusu hakkında hiçbir şüphe kalmamıştır.
Caminin Mihrab ve Minberi
XVII. yüzyılda Edirne hakkında etraflı bilgi veren Evliya Çelebi, Beylerbeyi Camii’nin ferah ve güzel olduğunu bildirmesi dışında bir açıklama yapmaz.

Edirne’nin geçirdiği felâketler, bilhassa Balkan Harbi ve işgaller bu değerli külliyenin harap bir hale girmesine yol açmıştır.

1950’li yıllarda Beylerbeyi Camii’nin büyük bir kısmı özellikle mihrap tarafı çökmüş, son cemaat yeri tamamen yok olmuş, minaresinin ise şerefe ile daha yukarı parçası yıkılmış halde idi.

Medrese ise daha önceden ortadan kalkmıştı.
Edirne’nin eski Türk eserleri hakkında hazırlanan raporlarda caminin beşinci derecede değerli bir eser olduğunun belirtilmesine rağmen uzun yıllar bir teşebbüste bulunulmamıştır.

1960’lı yıllarda Vakıflar İdaresi’nce caminin ihyasına girişilerek yıkık kısımlar yeniden yapıldığı gibi son cemaat mahalli tekrar inşa edilmiş, minare tamamlanmış ve mâbed yeniden ibadete açılmıştır.

Beylerbeyi Camii plan bakımından Osmanlı devri Türk sanatında zâviyeli camiler olarak adlandırılan tiptedir.
Caminin Harap Hali
İki yanında kubbeli birer tabhâne mekânı bulunmaktadır.
Taş ve tuğladan karma teknikte yapılan caminin önündeki son cemaat mahalli eski temeller üzerine tamamen yeniden yapılmıştır.
Mermer söveli giriş sivri kemerli bir taçkapı halindedir.
Esas mekân iki bölümden meydana gelmektedir.
Bunlardan ilki yüksek bir kubbe ile örtülü olup bu bölümün kapalı bir avlu şeklinde tasavvur edildiğinin işareti olarak ortasında bir aydınlık feneri yer almıştır.
Herhalde aslında bu tip camilerde usulden olduğu gibi bu mekânının merkezinde bir şadırvan bulunuyordu.
Büyük bir kemerle ayrılan ve aslında döşemesi öncekinden biraz daha yüksekte olması gereken diğer bölüm esas namaz mekânı olup yine bir kemerle ikiye bölünmüştür.
Birinci bölümü çok değişik bir geçiş sistemine sahip sekiz dilimli küçük bir kubbe örter.
İçinde mihrabın yer aldığı kıble tarafındaki ikinci bölüm ise üç cepheli olarak yapılmış ve üstü istiridye kabuğu biçiminde dilimli bir tonozla örtülmüştü.
1950’lerde bu bölümü tamamen yıkılmış olan Beylerbeyi Camii, bu üç cepheli mekânı bakımından 1441’e doğru Tire’de Halil Yahşi Bey tarafından yaptırılan Yeşil İmaret Camii’ni hatırlatmaktadır.

Büyük kubbeli ve kapalı avlu geleneğini sürdüren birinci bölümün iki yanındaki tabhâneler pencereli kare mekânlardır.
İçlerinde ocaklar bulunan bu mekânların üstleri ise birer kubbe ile örtülüdür.
Minare soldaki tabhâne hücresinin köşesinde yükselir.
Tabhânelerin yolcuları misafir etmeleri geleneği ortadan kalktıktan sonra bütün bu bölümler namaz mekânı halini almış ve bugün de öylece kullanılmaktadır.
Bu tip camilerde ekseriyetle görüldüğü gibi en öndeki mihraplı esas namaz mekânının duvar, kemer ve tonozları çok zengin biçimde malakârî nakışlar, renkli süslemeler ve yazılarla bezenmişti.
Ne yazık ki caminin harabe halinde durduğu uzun yıllar içinde bu eşine az rastlanır güzel süsleme de mahvolmuştur.
1960 yılına doğru düşmek üzere olan büyükçe malakârî bir süsleme parçası buradan alınarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde muhafaza edilmiş, cami ihya edildikten sonra çerçevelenmiş olan bu parça caminin içinde saklanması için Edirne’ye gönderilmişti.

Sekiz köşeli bir plana göre kesme taştan inşa edilmiş olan türbenin evvelce kubbeli olduğu ve bazı sırlı tuğla kalıntılarından dışında süslemeler bulunduğu anlaşılıyor.

Aynı sıradaki hamam da kubbelerinin geçiş unsurlarının zenginliğinden ilk yapıldığında zarif ve zengin görünüşlü bir yapı olduğunu belli eder.

Nitekim Hibrî Çelebi de sanat değerini övdüğü bu yapıdan, “...bî-nazîr dilküşâ hamamdır, havuzu vardır...” diye söz ettikten sonra uzun süre harap kalan hamamın Ekmekçizâde Ahmed Paşa (ö. 1618) tarafından tamir ettirildiğini bildirir.

Çok yıl önce yıkılarak ortadan kalkan medresenin 935’te (1528-29) “cihet-i tedrîs”i 25 akçe olarak görülmektedir.

Hâriç pâyesindeki altı medreseden dördüncüsü burası olup, 1046’da (1636-37) müderrisi Yûsuf Hanzâde iken 1050’de (1640-41) yerine muhasip Mehmed Efendi tayin edilmiştir.

Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/beylerbeyi-camii-ve-kulliyesi--edirne

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder